12 Şubat 2010

Topi ve ben

İşim nedeniyle farklı bir yere taşındığım için haftaiçi Topim ile ayrıyız. Haftasonları hasret gidersek de her sabah uyanır uyanmaz onun şirin suratını görmek lüksüm kalmadı. Topi'mi özlüyorum. Bu kadar sevildiğinin ve özlendiğinin farkında mıdır acaba...

9 Şubat 2010

Tavşanlar yıkanır mı?

Hayır.

Normal şartlarda yıkanmazlar. Fakat çok özel durumlarda, gerçekten çok pislenmişse yıkanabilir. Özel durumlar:

1 - Poopy butt sorunu, yani popoda dışkı kalması. Bunun mutlaka çıkartılması gerekir. Genellikle yedikleriyle ilgili bir soruna işaret eder. Kuru ot ile beslenmeyen tavşanlarda oluşabilir.
2 - Anüsünde bulunan koku bezelerinin çok fazla çalışması, ki bu tavşanın kendisini çok iyi temizlememesinde sorun oluşturur. Temizlenmesi gerekir.
3 - Kensini iyi temizlemesi: sebebi yaşlılık, bozuk psikoloji veya fazla kilolar olabilir

Her üç durumda da kokulu ve kirli bir tavşanınız olacaktır. Suyun altına sokmak veya su dolu bir yere sokmak yerine ıslak bez ile silmek tercih edilmelidir. Tavşanlar sudan çok korkup şoka girebilir, üşütebilir, veya kürkündeki hassas denge şampuan vs.. gibi etkenler ile bozulabilir. Ek bilgi: tavşanlar yüzebilirler ama bu onlar için çok streslidir. Her zaman için istisnalar vardır, yüzmeyi çok seven tavşanlar da vardır.

Topi ameliyattan sonra 'kokulu' bir tavşan oldu. Kendisini yeterince temizlemiyor. Veterineri fazla kilo ile alakalı olabileceğini söyledi fakat kilosunda ameliyat öncesine göre bir değişiklik yok. Sorunun kaynağını halen araştırıyorum.

Koku durumuna müdahalem ise Topi'yi temizlemek oldu. Bunun için yağtığım evcil hayvan şampuanlı çok ıslak bir bez ile arka ayakları, kuyruğu ve popsunu silmek, başka bir bez ile durulamak, son olarak bir havlu ile kurulamak oldu. Çok tepki göstereceğinden korkmuştum, işlemin sonlarına doğru biraz homurdanarak şikayet etti. İşlem bittikten sonra ise kaloriferin yanında yatarak kendisini kuruttu ve yalanarak temizlendi. Yapmak istediğim kendi kendisini temizlemesini sağlamaktı. Bunu başardım. İşlemi gerçekleştirirken mutlaka latex eldiven giymenizi, tavşan için havlu ve bol ıslak mendil bulundurmanızı öneririm.

Konu ile ilgili bazı kaynaklar:

http://www.ontariorabbits.org/diet/careinfo3.html
http://www.fuzzy-rabbit.com/hfaq.htm
http://www.hopperhome.com/hair_raising.htm
http://www.veterinarypartner.com/Content.plx?P=A&A=3012&S=1&SourceID=43

1 Şubat 2010

Hmmmy

Ayşe Arman tavşanını anlatmış. Ben de 'gururlu bir anne' olarak onu anlıyorum, satırlar kesinlikle abartı değil. Annem yazıyı benim için saklamış, beraber okurken çok güldük ve duygulandık. Tavşansever olduğu için kendisine sevgilerimizi yolluyoruz.

Buyrun okuyun bu şirin yazıyı:

http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=13574618

25.01.2010


Uyarıyorum...

Leo Buscaglia kıvamında, içinize kıyacak bir yazı okuyacaksınız.


Bugün böyle.

Lütfen hazırlıklı olun.

*

Az önce Marie Do’daydım.

Takı yapan bir arkadaşım, evinden yürüttüğü böyle küçük bir işi var.

Dubai’de çocuklarını büyütürken sıkılmamak için yaptığı bir şey, üç beş kuruş da kazanıyor, öyle büyük hırsları filan yok. Arada “Marka filan olmak istemez misin?” diyorum, “Amaaaan boş ver, kim uğraşacak!” diyor.

Ben de bilezik/ bileklik manyağı olduğum için, ikide bir soluğu onda alıyorum.

Gümüş, altın madalyonları deriye, renk renk iplere filan takıyor. Çok zevkli bir kadın. Ben esas olarak kaligrafisini seviyorum, madalyonların üzerine elle yazıyor. Ne yazık ki artık tüm dünyada makineyle yazıldığı için Marie Do’nunkiler sanat eseri gibi oluyor. Aleti var, “Hadi ne istiyorsun? Bu bilezik, bu kolye kime? Ne yazayım?” diyor, ne istiyorsam yazıyor.

*

Bugün ondan istediğim şeye şaşırdı, “Nedir bu?” dedi, “Kolye için dar, bilezik için bol...”

“Tasma gibi bir şey” dedim, “İstediği zaman takar...”

“Anlamadım, kim takacak?” dedi.

Birden uyandı.

“Haaa sizin tavşana bu...”

“Evet...”

“Adı neydi? Hmmmy’di değil mi?”

“Evet ama Hmmmy Boy yazalım” dedim.

“Oooooo, siz işleri ilerletmişsiniz, aileden biri olmuş” dedi.

“Evet” dedim, “Bizim ailenin son ferdi...”

*

“Sizinki kedi gibi” dedi Marie Do, “Hiç vahşi değil. Isırmıyor, tüyleri de çok parlak...”

“Evet” dedim evladını anlatan annelerin gururuyla, “Allah’a şükür sağlığı da, keyfi de yerinde. Geçen gün veterinere götürdüm. Baştan aşağı baktı, en az 11 yıl yaşar, turp gibi maşallah” dedi.

Devam ettim, “Ama biliyorsun bütün ev onun, bahçede özgürce dolaşıyor. Karışanı edeni yok. Gündüz bahçedeki çimleri yiyor, bazen hortumla yıkıyorum onu, sonra güneşte yatıyor, kuruyor...”

Sustur susturabilirsen beni, “Tabii tavşan bu, her şeyi yiyor, geçen gün de, bahçe kapısının altını yiyip evden kaçmış, ben İstanbul’dayken, çünkü meraklı, her şeyi merak ediyor, öğrenmek istiyor, kapının arkasındaki dünya nasıl, orada neler var. Allah’tan uzağa gidememiş. 4 ev sonramızdaki bahçeli evin sahipleri, birden böyle parlak şahane bir şey görünce hemen sen gel bakalım demişler, çocukları pek sevmiş, gitmişler bir de tavşan otu, maması filan almışlar, bizimki evin prensi olmuş. Ama sonra fark etmişler ki, bu uzun kulaklı tavşan, insana hiç yabancılık çekmiyor, kaçmıyor, oynuyor, gel diyorsun geliyor, git diyorsun gidiyor, ‘Bu herhalde bir evden kaçmış olmalı’ diye düşünüp, fotoğrafını çekip, ‘Bu arkadaşı tanıyor musunuz?’ diye kapı kapı dolaşmışlar. Bizim evin kapısını çalınca, Maricel çığlık atmış, ‘Hmmmy Boy’un fotoğrafı sizde ne arıyor?’ diye. “Sizin tavşan evde mi?’ diye sorunca, bahçeye bakıyor, evin her tarafını arıyor, yok diyor...

Bir koşu gidip, Hmmmy Boy’u kulakları düşük süklüm büklüm eve getiriyor.

Bizimki farkında yani suçunun...

*

Bütün bunları masal gibi dinledi Marie Do.

“Hiç mi zorluğu yok mu bu işin? Her şeyi mükemmelmiş gibi anlatıyorsun...” dedi.

“Olmaz mı? Var tabii” dedim, “Hiçbir şey kolay değil ki hayatta... Ama seversen, gocunmadan o bedellerini ödüyorsun. Küçük küçük kakalar yapıyor, arkasından topluyorum, üstelik titiz bir adamla beraberim, o görmesin diye canım çıkıyor, ev kokmasın diye her şeyi yapıyorum, sadece ben değil, hepimiz. Çalışma odamdaki o yuvarlak, modern kırmızı kanepe artık onun, üzerine sürekli naylonlar ve havlularla kaplı. Bahçedeki bütün çiçekleri yiyor, saksıların üzerine çıkıyor, toprağı oraya buraya atıyor, yaramaz ve oyuncu. Sonra üst kat takıntısı var, orada neler olduğu öğrenmek için canını veriyor, o yüzden sevgilimden gizli bazen çıkartıyorum bir dolaşsın da rahatlasın diye. Yemediği telefon, bilgisayar kablosu kalmadı, bazen internette çalışırken, hatta telefonda konuşurken küt diye kesiliveriyor, artık merak bile etmiyoruz ne oluyor diye, biliyoruz ki Hmmmy Boy yiyor. Salondaki masanın kenarlarını yedi, değiştirdim, bir de evi güzel olsun diye uğraşan biriyim, takarım, ama yine de... Hmmmy Boy bu, bizim ailenin yeni ferdi, ona bayılıyorum, bu anlattıklarımın hiç önemi yok. Yazı yazarken ayağımın altında yatıyor, gıkını çıkarmadan, nereye gitsem evde zıp zıp zıplayarak peşimden geliyor, kucağıma alıp öpeyim diye yapmadığı numara yok...”

*

Yüzünden bir bulut geçti Marie Do’nun...

“Gel sana bir şey göstereceğim” dedi.

Mutfağa götürdü.

O da ne!

Bir sehpanın üzerine bir kafes koymuşlar.

Kuş kafesinden hallice.

Ve içinde Hmmmy gibi bir tavşan.

O kadar üzüldüm ki...

İçim parçalandı.

Ben 40 saattir ona, sevgiyle büyütülen bir varlıktan söz ediyorum, havyan demeye bile dilim varmıyor...

Ve Charlie’ye bak...

Size yemin ederim kötü bakıyordu.

Aksi, ters, nemrut...

Ama onun suçu değil...

Mutsuzluktan, sevgisizlikten öyle bakıyor.

Bu ne ya?” dedim.

“E bizimki kafeste” dedi biraz mahcup.

“Pardon ama dönemiyor bile bu kafeste” dedim.

“Evet biraz küçük...” dedi, “Her şeyi yediği için kafeste. Bir de zaten insan sevmiyor, çok agresif, kendini de sevdirmiyor, okşamak istesen ısırır...”

“İnsaf Marie Do” dedim, “Seni de böyle bir kafese koysam, sen de herkesi ısıran bir şey olursun. Bir Hımmy Boy’u düşün, bir Charlie’yi... Ne yapsa haklı” dedim.

Ve ekledim: “Sizi bunu sevmiyorsunuz, mesele bu, bırak gitsin, ya da veteriner ona başka bir aile bulsun...”

*

Yazının Leo Buscaglia kısmını gelirsek...

Şu hayatta her şey sevgi, yemin ederim öyle, evrenin sırrı-mırrı denilen şey de bu, sevilen her varlık güzelleşiyor, akıllı hale geliyor, parlıyor, parıldıyor, ışıldıyor, gözleri bir başka bakıyor; sevilmeyen herkes de insan, hayvan hiç fark etmiyor Charlie’ye dönüyor, rengi soluyor, saçları matlaşıyor, aksi, saldırgan, ısırgan bir şey oluyor.

Her gün hepimizin belli bir miktar okşanması gerekiyor.

Birilerinin bize ve bizim birilerine sarılmamız gerekiyor.

Bizi seven bir başkasının sıcaklığını hissetmemiz gerekiyor.

Yoksa...

İyi olmuyor.

Hatta çok kötü oluyor.